Bu kısır tartışmaları bir kenara bırakıp güneş sistemimizin sınırlarına odaklanalım. Peki, bu sınırları keşfetmek için insanlar hangi teknolojilerden faydalandılar? Çoğumuz okul yıllarında Plüton’u Güneş Sistemi’nin 9. gezegeni olarak öğrendik. Ancak 2006’da, bilimsel kriterlere göre bu statü elinden alındı ve “cüce gezegen” olarak sınıflandırıldı. Ne ilginçtir ki, tam da bu ünvanın alındığı yıl, Plüton’a doğru insanlık tarihinin en ilginç uzay görevlerinden biri başladı: New Horizons (Yeni Ufuklar) adlı uzay aracı, dünyadan yola çıktı.

Düşünsenize, 2006’da sosyal medyanın bile henüz emekleme döneminde olduğu bir dünyadaydık. Facebook ve YouTube henüz yeni yeni tanınıyordu, Twitter ise ortada yoktu bile. Dolayısıyla bu büyük yolculuk, sosyal medyada büyük bir sansasyon yaratmadı. Ama o uzay aracı, tam dokuz yıl boyunca sessizce ilerledi. Dünya bu süreçte teknolojik açıdan büyük sıçramalar yaşarken, New Horizons kararlılıkla yoluna devam etti. iPhone’lar, iPad’ler, akıllı saatler derken dünya bambaşka bir yer haline geldi. Düşünebiliyor musunuz? 2006’da bir uzay aracı gönderiyorsunuz, ancak içinde selfie çekebilecek bir iPhone bile yok. Bunun yerine başka anılar var: Plüton’u keşfeden bilim insanının küllerinden bir parça, birkaç bozuk para, pul ve 434.000 kişinin imzasını taşıyan bir CD-ROM. Evet, USB bellek bile değil, bir CD-ROM!

Bu hatıra dolu küçük uzay aracı, tabii ki bilimsel gözlem cihazlarıyla donatılmış olarak, Plüton’a doğru yoluna devam etti. Ve eğer başına bir şey gelmezse, 14 Temmuz 2015’te hedefine ulaşacaktı. Plüton’un yaklaşık 10.000 km yakınından geçecekti. Bir düşünün; bu kadar uzun bir mesafe ve zamandan sonra böyle hassas bir yakınlıkla bir gök cisminin yanından geçmek…

Uzayda mesafeleri ve büyüklükleri algılamak her zaman zordur. Bir karşılaştırma yapalım: Eğer Dünya’yı bir futbol topu boyutunda kabul edersek, Plüton bir pinpon topu büyüklüğünde olurdu. Ve bu pinpon topu, futbol topundan 80 km uzakta yavaşça dönüyor olurdu. Şimdi, bu futbol topunun yanından bir toz zerresi kadar küçük bir uzay aracı gönderiliyor. Bu küçük araç, 9 yıl boyunca yol alıyor ve nihayetinde 80 km ötedeki pinpon topuna ulaşıyor. Oradan bize fotoğraflar gönderiyor. Bu uzaklıktan gelen fotoğrafların radyo dalgalarıyla dünyaya ulaşması bile tam 4,5 saat sürüyor. Bu sinyalleri yakalayabilmek için ise 60 metre çapında dev çanak antenler kullanılıyor. Fakat iletişim hızı oldukça yavaş; örneğin, yalnızca 1024 piksel genişliğindeki bir fotoğrafı indirmek yaklaşık 40 dakika sürüyor!

New Horizons, insan yapımı en hızlı araçlardan biri. Saatte yaklaşık 50.000 km hızla yol alıyor ve Plüton’un yanından geçerken durma ya da yavaşlama imkanı yok. Dolayısıyla hızla fotoğrafları çekip yoluna devam etmek zorunda. Peki, sonra ne olacak? New Horizons, güneş sistemimizin sınırlarına doğru ilerlemeye devam edecek. Plüton ise Güneş etrafındaki turuna devam edecek. Bir dahaki sefere aynı noktaya gelmesi ise tam 248 yıl sürecek.

Düşünün, New Horizons ile buluştuğu bu noktaya, Plüton bir önceki kez 248 yıl önce gelmişti. O zamanlar dünyada uçakları, bırakın uzay araçlarını hayal bile edemezdik. Hatta, New Horizons’ı gönderen ABD bile henüz kurulmamıştı. Bu noktada insan ister istemez düşünüyor: Gelecek 248 yılda, yani Plüton’un aynı noktaya yeniden gelişinde, insanlık acaba hangi aşamada olacak?

Categories:

Tags:

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir